23 Temmuz 2018, Pazartesi

Vaazlardaki Ütopik İslam

ile Mehmet ERGÜN

Views: 1212

Millet olarak din algımızın oluşmasındaki yanlışlıklardan birisi İslam dini hakkındaki bilgilerimizi genel manada çeşitli ortamlardaki vaaz ve sohbetler ile vaaz üslubunda yazılmış kitaplardan alıyor olmamızdır.

Ait olduğumuz coğrafyanın kişiliğimizi mantıktan ziyade duygularıyla hareket eden bir toplum olarak şekillendirmesinin bunda etkili olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı akademik bilgiden ziyade hikâyelere, objektif bilgiden ziyade ise sevdiklerimizi göklere çıkaran sevmediklerimizi ise yerin dibine sokan malumata ilgi duyuyoruz. “Bir Türk dünyaya bedeldir” diyerek yıllardan beri kendimizi avutmamız da bu yüzdendir.

Yine bu yüzden vaazlarda örnek olarak sunduğumuz başta Peygamber Efendimiz olmak üzere ashabın ve diğer zevatın yaptığı hatalardan veya olumsuz yönlerinden bahsedilmez. Bunun istisnaları da vardır elbette… Mesela Peygamber Efendimizin, âmâ sahabesi Abdullah b. Ümmi Mektûm ile yaşadığı ve Abese suresinin ilk ayetlerinde uyarıldığı olay. Bu da ancak İslam’ın engellilere verdiği değerden bahsettiğimiz vaazlarda mecburiyetten zikredilmektedir.

Oysa bunun yanında Bedir esirleri,[1] Tebük seferine katılmak istemeyen münafıklara izin vermesi,[2] hanımlarına olan kızgınlığı sonucu bal şerbeti içmeyeceğine dair yemin etmesi,[3] kendileri veya ölmüşleri için dua etmesini isteyen münafıklar için istiğfarda bulunması[4] ve Mekkeli kendini beğenmiş ekâbirin, aynı mecliste bulunmak için, yanındaki fakir ve köle müminleri yanından uzaklaştırmasını istemeleri teklifine Peygamberimizin bir an sıcak bakması[5] ve benzeri olaylar üzerine bizzat Allah tarafından uyarılmıştır.

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimizin Allah’ın hazinelerinin yanında olmadığını, gaybı bilmediğini, bir melek olmadığını[6] ve kendisine vahyolunması dışında diğerleri gibi bir insan olduğunu söylemesi[7] emredilmektedir.

“Peki vaazlarda dini şahsiyetlerin hep olumlu yönlerinden bahsetmenin ne sakıncası var?” diye bir soru aklımıza gelebilir. Böyle bir soruya şu şekilde cevap verilebilir.

Malumunuz fizik ilminin en temel kanunlarından biri; “Kainat boşluk kabul etmez” kuralıdır. Biz vahiy alması dışında diğer insanlar gibi bir beşer olan Hz. Peygamber’i her yönden mükemmel bir şahsiyet olarak gösterirsek belki de farkında olmadan onu insanüstü bir makama çıkartmış yani yarı ilah konumuna getirmiş oluruz.

Bir felaket anında Allah’a sığınmak yerine salavat getiren insanlar ve “Sünnet namazları niçin kılıyorsun?” sorusuna “Peygamberimizin şefaatine nail olmak için” cevabını verenler bu anlayışın bir göstergesidir.

Ondan boşalan Peygamberlik makamına da her daim Peygamberle hatta Allah ile görüşen, en masum haliyle Allah’tan ilham alan hoca efendileri ve şeyhleri de yerleştiririz. Artık bu hoca ve şeyhler her yaptığında bir hikmet olduğu varsayılan ismet sıfatını haiz kişiler olarak kabul edilirler. Sonuçta da toplum nezdinde dinin ve dindarların değerinin düşmesine sebep olan sorgusuz sualsiz itaate dayalı dini cemaatler ortaya çıkar. Hocaya isyan Allah’a isyan, cemaatten ayrılmak İslam’dan ayrılmak olarak görülür.

Biz bu konuda yine Peygamber Efendimize kulak verelim:

“Hakkımda, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları aşırı övgülerde bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim için “Allah’ın kulu ve elçisi” deyin.”[8]

Peygamber Efendimiz günlük hayatında bir insan olarak istemeden de olsa hata yapabileceğini yine bizzat kendisi belirtiyor:

“Ben ancak bir beşerim. Sizden davalılar bana geldiğinde bazınız delil getirmede diğerinden daha becerikli olabilir. Ben de doğru söylüyor zannıyla onun lehinde hüküm verebilirim. Şu halde sizin ifadenize göre bir kimseye mü’min kardeşinin hakkını alıp verirsem, onu ister alsın isterse bıraksın bu, cehennemden bir parçadır.“[9]

Dünyevi konularda o konunun uzmanı olan kişilerin kendisinden daha bilgili olduğunu ise şu hadiste ifade etmektedir:

“Hz. Peygamber Medine’de, hurma ağaçlarında aşılama yapan bir topluluğa uğradı. Onlara “Siz bunu yapmamış olsanız da (hurma) olur!” buyurdu. (O sene) hurmalar koruk çıkardılar (iyi bir verim alınamadı). Hz. Peygamber, (neden sonra) onlara (tekrar) uğradı ve “Hurmalarınız ne durumdadır?” diye sordu.  Onlar da “Şöyle şöyle buyurmuştunuz, (biz de öyle yaptık ve sonuç böyle oldu)” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah: “Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz” dedi.”[10]

Ayetlere ve hadislere dayalı Peygamber tasavvurumuz bile böyle olması gerekirken günümüzde oy vereceği partiye, evleneceği eşe, açacağı dükkana, gireceği işe, çocuğuna vereceği isme, hangi renk takke giyeceğine, sakal-bıyık şekline hocalarının şeyhlerinin karar verdiği cemaat mensuplarının kendi durumlarını tekrar gözden geçirmeleri gerektiğini düşünüyorum.

[1] Enfal, 8/67-69.

[2] Tevbe, 9/43-49.

[3] Tahrim, 66/1-3.

[4] Tevbe, 9/80.

[5] Kehf, 18/28.

[6] En’am, 6/50.

[7] Kehf, 18/110.

[8] Buhari, Enbiya, 49.

[9] Buhari, Hiyel, 9.

[10] Müslim, Fedail, 141